Osmanlı Coğrafyasında gerçekleşen göç hareketleri nelerdir? Göçmen tabiri ne demektir. Göçmenler nereden gemişlerdir. Osmanlıda göç hareketleri ile ilgili her şey..
|
Osmanlı'da Göç Hareketleri - Göçmenler |
Ev Göçü;
Hemen her dönemde Osmanlı coğrafyasında bir iç göçten bahsetmek mümkündür. Özellikle merkezi otoritenin bozulduğu dönemlerde iç göçler kitlesel bir boyut kazanmaktadır.
Kırsal göçün ana sebebini köylülerin kendi aralarında ve sipahiyle olan anlaşmazlıkları oluşturmaktaydı. Bir diğer sebep toplum katmanları arasındaki hareketliliktir.
Bu tür hareketlilik iki şekilde oluyordu: Müslümanlar eğitim yoluyla askeri unsura dahil olurken bazı müslim ve gayrimüslimler de köyden şehre göç edip zenaat ve ticaretle meşgul oluyorlardı.
Devlet ziraî üretimin düşmesini ve dirlik sahibinin gelirlerinin azalmasını önlemek, çiftçinin çiftini çubuğunu terk edip göç etmesine engel olmak adına çiftbozan resmi ve geri iskân kanunu tedbirlerini uyguluyordu.
İç göçler daha ziyade bireysel ve grup göçleri şeklinde cereyan etmekteydi. Ama bazen kitlesel boyuta çıktığı da olmaktaydı.
Taşrada güvenliği zedeleyen unsurlar, kamu görevlilerinin suistimalleri, doğal afetler, yangınlar, salgın hastalıklar, savaşlar, aşırı nüfus artışı gibi olaylar kitlesel iç göç dalgalarını gündeme getirmekteydi.
17. yüzyılda Celali hadiseleri sonrası kitlesel boyutta bir iç göç dalgası cereyan etti. Bu süreçte köylülerin bir kısmı daha güvenli fakat tarıma daha az elverişli bölgelere yerleşirken; bir kısmı da hayvancılığa yöneldi.
18. yüzyılda güvenliği zedeleyen ve yeni göçlere zemin hazırlayan unsurların başında kapısız levendlerin eşkıyalık hareketleri gelir.
Köylerde işgücü fazlası erkek nüfus veya geçimini temin edemeyenler bağlı bulundukları sancak veya vilayet merkezi olan kentlere daimi veya mevsimlik olarak göç etmekteydiler.
Liman kentlerinde istihdam edilemeyenler ülke dışına veya Marmara istikametine yönelmekteydiler.
Aşiret iskânı
Osmanlı Devleti’nin kuruluÅŸundan Tanzimat dönemine kadar izlediÄŸi dışa ve içe iskân politikaları ile konar- göçer unsurlar büyük oranda yerleÅŸik hale dönüştürülmüşlerdi. Bununla beraber Tanizmat dönemi itibarıyla henüz yerleÅŸmemiÅŸ aÅŸiret unsurları mevcuttu.
Aşiretleri iskân politikası başarılı bir şekilde gerçekleştirilirse vergi ve asker kaynakları da artacaktı. Bir diğer sebep ise aşiretlerin sosyal yapısına egemen olan feodal yapıyı kırmaktı.
Mora Göçmenleri
Rumlar Mora’da 1821’de isyan ettiler. isyanı, Hıristiyan-Müslüman çatışması ÅŸeklinde algılayan Avrupa kamuoyu asilere maddî ve manevî yardımda bulundu.
Ä°syan 1824 yılına kadar geliÅŸerek devam etti. Nihayet ibrahim PaÅŸa, Mora’nın büyük bir kısmında Türk hâkimiyetini tekrar tesis etti. Ancak Rusya, ingiltere ve Fransa 1827 Londra AntlaÅŸması’yla bağımsız Yunanistan devletinin kurulmasına, Türklerle Rumların birbirlerinden ayrılmalarına karar verdiler.
Buna göre, Türkler Yunanistan’dan çıkartılacak ve malları Yunanlılar tarafından satın alınacaktı.
İsyan döneminde asiler, köy ve kasabaları teker teker basmaya başlayınca, çareyi ahali Modon ve Koron gibi sahil şeridindeki iskele ve kalelere sığınmakta buldu.
Türkler ya katledildiler ya da açlıktan telef oldular.
Rumlar verdikleri sözün aksine ÅŸehirdeki Türkleri katletmeye baÅŸladılar. Katliamdan kurtulmayı baÅŸarabilenler izmir ve EÄŸriboz’a sevk ve iskân edildiler.
Katliamdan kurtulmayı baÅŸarabilenler baÅŸta Anadolu sahilleri olmak üzere daha güven duydukları yerlere göç ettiler. KuÅŸadası ve izmir’e gelen Mora ve Atinalı göçmenler öncelikle Rumların terk ettiÄŸi meskenlere yerleÅŸtirildiler. Kimsesiz kadınlar ve çocuklar, hâli vakti yerinde olanların evlerine ikiÅŸer üçer kiÅŸilik gruplar hâlinde dağıtıldılar.
Moralı göçmenlerden bazıları ise Ä°stanbul’a gelmeyi tercih etmiÅŸlerdi. Bunlardan muhtaç olanlara kira yardımı yapıldı ve maaÅŸ baÄŸlandı.
1828-1829 Göçleri
1828-1829 Savaşı esnasında Rumeli, Kafkasya ve Anadolu’da cephe ve cephe gerisindeki topluluklar yerlerinden oynadı.
Müslüman ahalinin bir kısmı da daha güvenli olduklarını düşündükleri yerlere çekildiler.
Müslüman ahalinin bir kısmı en yakın dağlık veya ormanlık alana sığındı. Bazıları da işgal tehlikesi taşımadığını düşündükleri şehir ve kasabalara yöneldiler.
1828- 1829 Savaşı esnasında DoÄŸu ve Kuzey Anadolu halkı iÅŸgal veya iÅŸgal tehlikesi üzerine göç yollarına düşebilmiÅŸtir. ÖrneÄŸin, Erzurum, Kars, Gümüşhane ve Bayburt civarından çok sayı da Müslüman ahali çiftini çubuÄŸunu terk edip iç Anadolu’ya doÄŸru çekilmiÅŸtir. Uzak bölgelere gitmeyi göze alamayanlar ise yakındaki daÄŸ köylerine, ormanlara, maÄŸaralara sığındılar.
Reaya ise rüşvet, cebir ve zor kullanarak terk edilmiş mahsul ve gayrimenkullere el koyabilmekteydi. Bu nedenle Babıâli söz konusu göçleri benimsemiyordu.
Osmanlı askerî makamlarına göre göç bölgenin daha kolay bir şekilde işgal edilmesine sebebiyet verebilirdi.
Osmanlı diplomatlarına göre de yerleşim alanlarının boşalması halinde diplomatların barış görüşmelerinde eli zayıflayabilirdi.
Ahıska tarafından çok sayıda Müslüman ahali çift ve çubuğunu geride bırakmak suretiyle Amasya, Tokat, Zile, Yenihisar gibi kazalara gelmişlerdir.
Kafkasya’dan iltica edenler Sivas, Tokat ve Amasya civarına yerleÅŸtirildiler.
Cezayir ve Tunuslu Göçmenler
Fransa, 1830 yılında Cezayir’i iÅŸgal etti. iÅŸgal sahasındaki Cezayirliler iç bölgelere çekilerek Emir Abdülkadir’in liderliÄŸinde Fransız kuvvetlerine karşı direndiler.
Birçok yerleÅŸim alanı tahrip edildi. Bu mücadeleler esnasında direnme gücünü yitiren Emir Abdülkadir Fas’a iltica etti.
Fransa, 1848’de Cezayir’i ilhak ettiÄŸini ilan etti ve ülkenin idaresini geniÅŸ yetkilerle donattığı genel valiye verdi.
Genel valilik sahil ÅŸeridine Hıristiyan nüfus yerleÅŸtirmeye çalıştı. Bu politikanın baÅŸarıya ulaÅŸmasını saÄŸlamak için Avrupa’dan Cezayir’e yönelik Hıristiyan göçünü teÅŸvik edici kararları uygulamaya koydu.
Bu uygulamaların bir sonucu olarak 1911’e gelindiÄŸinde kıyı ÅŸeridinde 750 bin nüfuslu Fransız, italyan, ispanyol ve Maltalılardan oluÅŸan bir koloni ortaya çıktı. Bunlara yerlilerin elindeki araziler dağıtıldı.
Yerli Müslümanlar ise iktisadî, siyasî ve dinî baskı yoluyla sindirilmeye çalışıldı. Söz konusu baskılar, ekonomik sıkıntılar ve özellikle ödemesi ağır vergiler Cezayirlilerin göç kararı almalarına sebebiyet verdi.
Osmanlı tâbiiyetinde bulunan Cezayirli göçmenler on sene vergiden, yirmi sene askerlik hizmetinden muaf tutulurken kendilerine mîrîden karşılıksız arazi de tahsis edildi.
Fransa Cezayir’den sonra Tunus’u iÅŸgal etti. Benzer politikaları burada uyguladı. iÅŸgale karşı direnen 100 bini aÅŸkın Tunuslu, Trablusgarp vilâyetine iltica etti.
Osmanlı Devleti, iÅŸgal esnasında Türkiye’de ikamet etmekte olan veya iÅŸgal sonrası göç eden Tunuslu Müslümanları Osmanlı tebaası gibi muameleye tâbi tutmaktaydı. Ama bu durumda Fransız konsoloslukları Tunusluları Cezayirli olarak konsolosluk defterlerine kaydediyorlardı.
Kırım Göçmenleri
Kırım Hanlığının Osmanlı himayesine girmesini müteakip Kırım’dan pek çok kiÅŸi Rumeli ve Anadolu’ya geldi.
Kırım Küçük Kaynarca AntlaÅŸması (1774) ile bağımsız bir devlet haline dönüştürüldü. Bağımsızlık dönemini Rusya’nın müdahaleleri sonucu iç çatışmalarla geçirdi.Bu dönemde pek çok Kırımlı idareci, asker ve sivil Osmanlı ülkesine iltica etti.
Rusya, 1783 yılında Kırım’ı iÅŸgal ve ilhak etti.
Rus bürokrasisi Kırımlı sivillere de tedrici bir şekilde göçürme politikası uyguladı. Türklerin boşaltacağı yerlere Slav unsur, yeterli olmazsa diğer Hıristiyan unsurların yerleştirilmesi planlandı.
1783 sonrasında kitle göçü mahiyetindeki ilk dalga 1792-1793 yıllarında gerçekleÅŸti. Bunu 1802-1803, 1812-1813 ve 1830’lu yıllardaki dalgalar takip etti.
En büyük göç dalgası ise 1853-1856 Kırım Harbi’ni müteakip on yıl içinde oldu. Kırım Savaşı sonrası, Türklere yönelik ÅŸilî ve psikolojik baskılar arttı. Bu ortamda Türklerin Rusya içlerine sürülecekleri söylentileri giderek yaygınlık kazanmaya baÅŸladı.
Bundan ilk etkilenenler DeÅŸt-i Kıpçak bozkırında yaÅŸayan ve Kırım hanlık ahalisinin en önemli unsurlarından birisi olan Nogaylardı. Nogaylar 1859’da Osmanlı coÄŸrafyasına yönelik büyük bir göç hareketini baÅŸlattılar. Kıpçak bozkırları bu göçle hemen hemen tamamen boÅŸaldı.
Neticede 1860’da ve onu takip eden bir kaç yıl içinde en az 200 bin kiÅŸi Kırım’ı terk etti. Göç edenler maddî ve manevî açılardan periÅŸan oldukları gibi, geride kalanlar da vatanlarında nüfus itibarıyla azınlık durumuna düştüler.
Göçmenlerin çoğu gemilerin batmasıyla göç yollarında helâk olmuşlardı. Geçici iskân bölgelerine ulaşmayı başaranlar ise uzun süre aç ve açıkta kalabilmişlerdir. Hatta salgın hastalıklar sebebiyle binlercesi telef olup gitmişti.
Kırım’dan Osmanlı coÄŸrafyasına yönelik göçler Birinci Dünya Savaşı’na kadar ferdî boyutlarda devam etti.
Kafkas Göçmenleri
Kafkasya Rusya’nın Anadolu, iran ve Suriye’ye iniÅŸini engelleyen doÄŸal bir settir. Kafkasların bu özellikleri ile Ruslar için askerî ve ticarî bir önemi vardır. Bu nedenle Rus çarları bu geniÅŸ ve verimli sahayı RuslaÅŸtırmayı ve ahalisini kendine baÄŸlamayı ilke edinmiÅŸti.
Rusya kuzey Kafkasya’ya sokulmaya baÅŸlayınca Rus-Çerkes çatışması patlak verdi. Kuban bölgesindeki Müslümanlar genel bir kıyıma maruz kaldılar. Bu umumî kırımdan kurtulan Çerkes ve Nogaylar, Kuban nehrinin sol sahiline iltica ederken Nogayların bir kısmı da Ruslar tarafından Kırım Türklerinin terk ettiÄŸi topraklara tehcir edildi.
Öte yandan, Ortodoks kilisesi vasıtasıyla bölge halkının bir kısmı Hıristiyanlaştırılacaktı.
Kırım Savaşı sonrası kendisini Kafkasya’da tamamen serbest hisseden Rusya, Kafkas toplumlarına karşı uzun yıllar sürecek olan taarruzlarını baÅŸlatacaktır. Rusları n bu saldırılarına karşı ÅŸeyh ÅŸamil’in liderliÄŸindeki bir avuç Müslüman mücahidi direndi. ÅŸeyh ÅŸamil’in 1859 yılında teslim olmasıyla Müslümanların Ruslara karşı yaptıkları savunma harekâtı kuvvetinden çok ÅŸey kaybetti.
Genel direniÅŸ 1863-1864 yıllarında sona erdi. Bu tarihten itibaren Kafkasya’dan Anadolu’ya ve Rumeli’ye yönelik kitle göçleri yeniden baÅŸladı.
Rusya, Çerkesleri vatanlarını terk etmeye zorladı
Göç etmeye karar verenler, taşınabilir veya taşınamaz mal varlıklarını tazminat almaksızın Ruslara terk ederek köylerinden ayrıldılar. Kadın, çocuk, ihtiyar binlerce kişi, kitleler halinde dağlardan inerek Karadeniz sahillerinde birikti.
Karadeniz sahillerinde birikti. Buralarda kış ortamında korunmasız ve giyeceksiz uzun bir süre beklemek zorunda kaldılar. Ekserisi perişan ve telef oldu.
Bu limanlarda birikenler ise Tuna nehir yolu ve karayolu vasıtalarıyla Rumeli’nin iç kesimlerine sevk edildiler. Anadolu’ya yerleÅŸtirilecek olan göçmenler ise iskân bölgesine en yakın Karadeniz limanına taşınıyordu.
Göçmenlerin Rumeli’de ilk uÄŸrak noktaları Varna’ydı. Buraya gelen göçmenler, geçici olarak ÅŸehirde misafir ediliyordu. Bu göçmenlerin yiyecek ve giyecek masrafları ÅŸehirde bulundukları sürece karşılandı. Ayrıca, hasta ve bakıma muhtaç göçmenler için ÅŸehrin ÇatalçeÅŸme mevkiinde baraka, çadır ve çardaklardan oluÅŸan bir kamp açıldı. Burada hastalara devletçe görevlendirilen doktorlar baktı.
Doksanüç Göçü
Doksanüç Savaşı baÅŸlayınca Türk askeri makamları daha iyi savunma yapabilmek adına Tuna’ya kadar çekildiler.
Osmanlı kuvvetlerinin baÅŸarılı olamaması sonucu 1877’de Tuna’yı geçen Ruslar kısa sürede Balkanlara ulaÅŸtı. Ruslar iÅŸgal ettikleri sahada Bulgar idaresini kurmak ve Bulgar toplumunu teÅŸkilatlandırmak amacıyla Prens Cerkasky’yi görevlendirdi.
Bulgaristan ismiyle kurulması planlanan sahada yaşayan Bulgar nüfus azınlıktaydı. Çerkasky Türk nüfusu yok etme yöntemini uygulamaya karar verdi. Bu siyaset, daha savaşın başında uygulamaya kondu. Türk halkı silâhsızlandırıldı. Bulgarlar silâhlandırıldı. Bulgar, Rus ve Kozaklar müştereken kitle imha harekâtı başlattılar. Bu politikaların sonucunda Müslümanların yüz binlercesi yok olurken hayatta kalabilenlerin de çoğu göçmen konumuna düştü.
Türkler göç yollarında da Rus askerlerinin, Bulgar çetelerinin ve Kozak süvarilerinin planlı veya plansız saldırılarına maruz kaldılar.
Saldırıdan kurtulmayı başaranlar soğuk ve açlıktan telef olur. Netice itibarıyla sadece bu olayda on binlerce Müslüman yaşamını kaybetti.
Mülteciler savaÅŸ sonrası ocaklarına geri dönmeyi düşünmekteydiler. SavaÅŸ sonrası ocaklarına dönmesi beklenilen göçmenler mümkün mertebe Rumeli topraklarında yerleÅŸtirilmeye çalışıldı. Buralarda yerleÅŸtirilemeyenler zorunlu olarak Anadolu’daki vilayetlere sevk edildiler.
Balkan topraklarının %70’inin Rusların kontrolüne geçmesi devletlerarası dengeyi altüst etmiÅŸti. . Bu nedenle Batılı devletler Berlin Kongresi toplandı.
Berlin AntlaÅŸması ile sözde Osmanlı Devleti’ne baÄŸlı Bulgaristan Emareti kuruldu ve Türklere azınlık statüsü verildi. Bulgar anayasası ile Türklere siyasî ve medenî haklar tanındı.
SavaÅŸ esnasında gerçekleÅŸtirilen katliamlara ve göçlere raÄŸmen yeni idarenin hâkimiyeti altında büyük bir Türk nüfusu bulunmaktaydı. Bu nüfusu yok etmek için dünya kamuoyuna raÄŸmen açıktan kitle imha siyasetini sürdüremeyen Bulgaristan, Türk toplumunu Türkiye’ye göçürmek suretiyle yok etmeyi plânladı.
Bulgar idaresinin Bulgarları çoÄŸunluk hale getirmek için izlediÄŸi bir diÄŸer yol, komÅŸu ülkelerin vatandaşı olan Bulgarları Bulgaristan’a göç etmeye teÅŸvik etmekti.
Göçmenlerin uzun süre geçici statüde barındırılmaya çalışılmaları şehirlerde salgın hastalıkların ortaya çıkmasına ve asayişin bozulmasına sebebiyet veriyordu. Kamu sağlığını korumak ve hazineyi büyük masraflardan kurtarmak amacıyla Babıâli bu göçmenlerin büyük bir kısmını daimi olarak yerleştirmeye karar verdi.
Daimî olarak yerleÅŸtirilmek üzere Anadolu’ya sevk edilen göçmenler iki yol takip ettiler. Birinci grup Ä°stanbul üzerinden Anadolu’ya geçerken diÄŸer grup Varna, Ahyolu Bergosu, vb yerlere iskan ettirildi.
Türk göçmenlerin terk ettiği topraklardan Karadağ, Sırbistan ve Bulgaristan devletleri kuruldu.
Boşnakların Göçü
Bosna-Hersek, 17. yüzyılın sonlarından itibaren Türk hâkimiyetinden çıkan topraklarda yaşayan Müslümanların sığınağı oldu.
Osmanlı idaresinin son yıllarında Bosna-Hersek’in nüfusu bir milyonu biraz aÅŸmaktaydı. Bu nüfus aynı kökenden gelmesine raÄŸmen mezhep, din ve kültür farklılıkları yönünden Ortodoks Sırp, Katolik Hırvat ve Müslüman BoÅŸnak olmak üzere üç gruba ayrılmaktaydı.
Türk hâkimiyeti döneminde Bosna-Hersek nüfusunun %70’i Müslüman, %30’u Hıristiyandı.
Doksanüç Savaşı’ndan sonra imzalanan Berlin AntlaÅŸması ile Bosna-Hersek’in idaresi Avusturya’ya bırakıldı. 29 Temmuz 1878’de Avusturya iÅŸgale baÅŸladı.
Avusturya idaresi vilâyeti elde tutabilmek, Sırp ve Hırvat milliyetçiliğinin yayılmasını durdurmak amacıyla Bosna milleti oluşturmayı denedi. Başarılı olamayınca Müslüman- Sırp düşmanlığını körükledi. Öte yandan Müslümanları göçe zorlamaktaydı.
Yetişkin Müslümanlar, hususî cemiyetler tarafından Katolik mezhebini kabule zorlandı. Eğitim çağındaki Müslüman çocuklara ise yeni açılan okullarda Hırvat ve Alman kültürü dayatılıyordu.Bu yöntemlerle toplumun kültürel yapısının değiştirilemeyeceği anlaşılınca etnik temizlik metodu uygulamaya kondu.
1882-1900 tarihleri arasında Bosna-Hersek’ten Türk hâkimiyetindeki topraklara 120 bini aÅŸkın göçmen geldi. Bu göçmenlerin yaklaşık yarısı ileriki tarihlerde ülkelerine geri döndü.
Girit Göçmenleri
1820’li yıllarda adada 129 bin Hıristiyan, 160 bin Müslüman yaÅŸamaktaydı. 1866 da ise geniÅŸ ölçekli bir isyan çıkaran ada Rumları geçici bir hükümet kurarak Yunanistan’a iltihak kararı aldı. Sorun adaya adeta özerklik statüsü tanıyan fermanla aşılmaya çalışıldı. Elde edilen ayrıcalıklarla yetinmeyen Giritli Rumlar 93 Savaşı’ndan istifade ederek bir kez daha isyan ettiler.
Kırsal kesimde kendini güvende hissetmeyen Müslümanlar ilk etapta çareyi sahildeki kasaba ve limanlarda toplanmakta buldular.
1897’de Yunanistan adayı ilhak kararını ilan etti. Buna karşılık 1897’de Avrupa devletleri, Girit’in özerkliÄŸini ilan ettiler. 21 Aralık 1898’de Yunan Prensi Yorgi Girit valisi olarak atandı. Girit Müslümanları hem baskı altında tutuluyor hem de mektepleri kundaklanıyordu.
Rumların bu hareketlerinden zarar gören ve bunalanlar ev, eÅŸya ve arazilerini terk ederek Kandiye’ye iltica ediyorlardı.
Göç önce köylerden kentlere, ikinci aÅŸamada da kentlerden Anadolu’ya yönelik gerçekleÅŸti. Osmanlı idaresi göçü önlemeye yönelik çeÅŸitli tedbirler almaya çalıştı. Buna raÄŸmen göç önlenemedi.
Bütün bu geliÅŸmelere raÄŸmen adada kalmayı sürdüren Müslümanlar mübadele sözleÅŸmesi sürecinde Türkiye’ye göç ettiler.
Anadolu’ya gelen Giritli göçmenler için Babıâli çeÅŸitli önlemler aldı. Giritli göçmenler yararına iane komisyonları oluÅŸturuldu. Göçmenler fakir hemÅŸerilerinin çocukları’nı okutmak adına Maarif-perver Cemiyeti adı altında bir cemiyet kurdular.
Trablusgarp ve Bingazi Göçmenleri
1911 yılında Ä°talyanlar gözünü Trablusgarb’a dikmiÅŸ ve bunun için saldırıya geçmiÅŸlerdir.
Oniki adayı işgal ettiler. Dört yüz yıl boyunca imtiyazlı bir hayat süren adaların Rum halkı, italyanları kurtarıcı gibi karşıladı, hatta kiliselerde sözde kurtuluş ayinleri yaptılar.
18 Ekim 1912 tarihinde iki devlet arasında Uşi Antlaşması imzalandı.
Trablus ÅŸehri ve civar köylerin masum ahalisiyle beraber, kadın, çocuk, genç ve ihtiyar denilmeyip kurÅŸuna dizildiler. Babıâli, Türk elçilikleri aracılığıyla italya’nın bu hareketini protesto etmekten baÅŸka bir ÅŸey yapamadı. italyanlar savaÅŸ esnasında ele geçirdikleri esir ve yerli halkı n bir kısmını gruplar halinde idam ederken, bir kısmını da sürdüler.
Oniki adadan göç eden Müslümanlar da vardı. Trablusgarp ve Bingazi mültecileri, genellikle italyanlar tarafından Şume ve Marsilya gibi şehirlere sevk ediliyorlardı. Buradan Avrupa vapur kumpanyaları tarafından İstanbul, izmir, iskenderiye ve Beyrut limanlarına taşınmaktaydılar.
Dullar ve malûl çocuklar Dârülâceze’ye, kimsesiz kızlar ise, güvenilir ve hâli vakti yerinde olan ailelerin yanına yerleÅŸtiriliyorlardı. ÅŸehirde yakını ve tanıdığı bulunmayanların ise, iskâna elveriÅŸli mesken ve binalara yerleÅŸtirilmeleri gerekiyordu. Bu gibiler, zabıta ve belediye memurlarınca arzu ettikleri yerlere veya otellere yerleÅŸtirildiler. Muhtaç olanlar ilgili komisyonca iaÅŸe edildiler.
Trablusgarp ve Bingazi mültecilerinin toplam sayısı bilinmemekle beraber kitlesel boyut kazanmadığı söylenebilir.
Balkan Savaşları ve Göç
KaradaÄŸ Osmanlı Devleti’ne savaÅŸ açtı. Yunanistan, Sırbistan ve Bulgaristan KaradaÄŸ’ın müttefiki olarak 17-18 Ekim 1912’de savaÅŸa dahil oldular.
Sırp, Bulgar, Yunan ve Karadağlı komitalar ve askerî birlikler savaş esnasında Müslüman sivil halkı yok etme politikasını gerçekleştirmeye yönelik faaliyetlere giriştiler.
Sırp ve Bulgar komiteleri tarafından Manastır Vilayeti dahilindeki hemen bütün Müslüman köyleri yakılmış, köylülerin bir kısmı katledilmiÅŸti. Katliamdan kurtulan yaklaşık 15 bin kiÅŸi Manastır’a sığınmıştı. iÅŸgal sonrası göçmenler baÅŸta Selanik olmak üzere en yakın liman ve iskelelere ulaÅŸmaya çalışıyorlardı.
ikinci Balkan Savaşı esnasında Selanik kentine 135 bin Müslüman göçmen geldi. Bunların bir kısmı zamanla yurtlarına dönmeye çalıştı. Bir kısmı da Anadolu’ya sevk edildi. Söz konusu sevkıyata raÄŸmen kuzeyden ve batıdan gelenler sebebiyle ÅŸehirdeki göçmen sayısı düşürülemiyordu.
Müslüman halkın kitlesel olarak sığınmaya çalıştığı ÅŸehirlerden birisi de Edirne’ydi.
Edirne 26 Mart 1913’de düştü. Kent Bulgarlarca üç gün talan edildi. Bulgar askerlerinin ve Hıristiyan ahalinin yürüttüğü talanda öncelikli hedef Türk ev ve dükkânlarıydı.
Yunanistan, Sırbistan ve Bulgaristan idareleri ocaklarını terk eden Müslümanların yerlerine Hıristiyan göçmenleri yerleştirdi.
Şark Mültecileri
Rusya 1915- Nisan 1916 tarihleri arasında Van, Bitlis, MuÅŸ, Erzurum, Gümüşhane, Erzincan ve Trabzon’u iÅŸgal eder. Rus iÅŸgal sahasında Rus, Kozak ve bilhassa Ermeni çeteleri tarafından bir milyonu aÅŸkın Müslüman katledildi
Katliamdan kurtulmayı başarabilenler ırz, namus ve can güvenliğini sağlamak amacıyla iç bölgelere iltica ettiler.
Göç yollarına düşenler karadan veya denizden Giresun ve Ordu’ya ulaÅŸmaya çalıştılar. Mültecilerin büyük bir kısmı terk edilmiÅŸ evlere yerleÅŸtirildi. Özel komisyonlar vasıtasıyla mültecilere ekmek ve ekonomik gücüne göre nakdî yardım yapıldı.
1916 tarihine kadar Sivas’a gelen mülteci sayısı 300 bini bulmuÅŸtu.
İşgal altında olan toprakların tekrar Türklerin hakimiyetine geçmesi neticesinde mültecilerin bir kısmı geçici olarak yerleştikleri yerlerden ayrılmak istemiyordu. Yurtlarına dönmeyi başaranların büyük bir kısmı meskenleri işgal döneminde tahrip edilmesi sebebiyle viranelerde veya taş kovuklarında aç ve seşl bir şekilde hayatlarını sürdürüyorlardı. Bu duruma son verebilmek için tahrip edilmiş olan meskenlerin bir an önce tamir edilmesi gerekliydi. Bu hususta 1922 yılı bütçesine 500 bin lira tahsisat kondu.
Geri dönenlere ekim vakti mısır, sebze ve bostan tohumluÄŸu dağıtıldı. 1914- 1918 yıllarını kapsayan genel mahiyette bir vergi affı getirildi. Alınan önlemlere raÄŸmen 1919’da açlık, sefalet, salgın hastalık ve iskân meselesi bütün ÅŸiddetiyle devam ediyordu.
Bu nedenle Hilâl-i Ahmer Cemiyeti’ne ait imdat heyetleri Trabzon, Erzincan ve Erzurum yöresine hareket ettiler. Bu heyetler, yöre halkına din, mezhep ve millet ayrımı yapmaksızın yiyecek, giyecek ve ilaç yardımında bulundu.
Batı Anadolu Göçmenleri
15 Mayıs 1919’dan itibaren Batı Anadolu’nun Yunanlılar tarafından iÅŸgali yeni bir mülteci sorununu gündeme getirdi. Yunan kuvvetleri iÅŸgal ettiÄŸi ÅŸehirlerde Türk güvenlik kuvvetlerinin ve sivil halkın elindeki silâhları toplayarak Türk toplumunu yerli gayrimüslimlere karşı savunmasız bir duruma düşürüyordu.
Toplanan silâhlar Yunan ordusundan temin edilenlerle birlikte Hıristiyanlara veriliyordu. Arkadan, subay, memur, imam gibi toplumun kanaat önderleri sudan sebeplerle hapsedilir, sürülür veya öldürülür. Amaç, Türk toplumunu işgallere karşı örgütleme yeteneğine teorik olarak sahip olduğuna inanılan potansiyel lider adaylarını yok etmektir.
Yunanlının halkı silâhsızlandırmaya kalkması Türklerin karşı koyma iradesini arttırdı. Hatta işgallere karşı direnmek amacıyla mahallî kongreler tertip edildi.
Türk köylüsü kaçıp göçmeye başladı. Göç eden Türk köylüsünün ilk hedef kendini güvende hissedeceği en yakın Türk köyüne sığınmaktı.
Yunanlılar Marmara’ya doÄŸru ilerlerken göç eden Türklerin geri dönüş ümidini yok etmek için malı mülkünü yakıyorlardı. Ama ricat esnasında, arta kalan Türk evleri ve köyleri Yunanlılarca ateÅŸe verildi. Geri çekilme güzergâhı ndaki Türkler ya esir edildi ya da öldürüldü.
Göç ve Göçmenler Serisi